BİR VELİNİN HAYATI - Aziz Mahmut Hüdayi - 3
Sayı 3
Aziz Mahmut Hüdayi bir gün, Sultan Ahmet Han’la sarayda sohbet ediyordu. Bir ara abdest tazelemek istedi. İbrik ve leğen getirdiler. Padişah hocasına hürmeten ibriği eline aldı ve abdest suyunu döktü. Sultan Ahmet Han'ın annesi de kafes arkasında havluyu hazırlamıştı. Valide Sultan kalbinden; “Aziz Mahmud Hüdayi'nin bir kerametini görseydim” diye geçirdi. Bunun üzerine Mahmud Hüdayi, Valide Sultan’ın gönlünden geçenleri anlayarak; “Hayret! Bazıları bizden keramet arzu ederler, Halife-i ruy-i zemin’in elimize su dökmesi ve muhterem validelerinin havlu hazırlanmasından daha büyük keramet mi olur?” buyurdu. Sohbet esnasında Sultan Ahmed Han; “Efendim! Seyyid Abdülkadir Geylani Hazretlerinin, kıyamet günü talebelerine ve pek çok günahkar mü’minlere şefaat edeceği hakkında rivayetler var. Bu rivayetlerin doğruluğu hakkında ne buyurursunuz?” diye sual eyledi. Aziz Mahmud Hüdayi hemen cevap vermedi. Bir müddet murakabe halinde kaldıktan sonra; “Bu söz Doğrudur” buyurdu. Sonra Padişah, “Efendim! Acaba zat-ı alinizin bizlere bir vaadiniz ve müjdeniz yok mudur?” diye sorunca, Mahmud Hüdayi ellerini kaldırarak: “Yarabbi kıyamete kadar bizim yolumuzda katılan bizi sevenler ve Ömründe bir kere türbemize gelip ruhumuza fatiha okuyanlar bizimdir. Bize talebe olanlar denizde boğulmasınlar. Ömrünün sonlarında fakirlik görmesinler. İmanlarını kurtararak gitsinler ve öleceklerini bilip haber versinler” diye dua eyledi. (Alimler ve evliya bu duanın kabul olduğunu, bu yola mensup kimselerin hiç denizde boğulmadıklarını ve pek çok kimsenin de vefat günlerine yakın öleceklerini haber verdiklerini bildirdiler.)
Sultan Ahmed Han, hocası Aziz Mahmud Hüdayi hazretlerini ziyarete gitmişti. Bir müddet sohbetten sonra atlarına binerek gezintiye çıktılar. Karaca Ahmed mezarlığının yanından geçerken, Mahmud Hüdayi, Padişaha dönerek; Sultanım! İstermisiniz bugün size birşey göstereyim?” diye sordu. Sultanın “İsterim” demesi üzerine, kabristanlığa dönerek; “Kalkınız!” dedi. Bu hitab karşısında bütün ölüler arpa başağı gibi kabirlerinin içinden dikiliverdiler. Padişah bu hali gördükten sonra, Mahmud Hüdayi; “Dönünüz!” emrini verince kabir ehli yine eski hallerine döndüler.
Sultan Ahmed Han, büyük bir cami yaptırmak istiyordu. Kararını verdi ve yerini tesbit ettirdi. Temel atma merasimi için hocası Aziz Mahmud Hüdayi ve diğer alimleri davet etti. Kurbanlar kesildi. Temel atmak için ilk kazmayı, Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri vurdu. Padişah, yoruluncaya kadar temel kazdı. Böyle bir başlangıçtan yıllar sonra, cami yapıldı ve açılışını yapmak ve Cuma hutbesini okumak üzere Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri davet edildi. O gün fırtına vardı ve deniz şiddetli dalgalı idi. Bu sebeple kayıkçılar denize açılmaya cesaret edemiyorlardı. Mahmud Hüdayi, Üsküdar iskelesine geldi ve hususi kayıkçısına emrederek, yanında birkaç talebesiyle birlikte Sarayburnu’na doğru açıldı. Allah’u Teala’nın izniyle Mahmud Hüdayi hazretlerinin himmeti bereketiyle, kayığın ön, arka ve yanlarından bir kayık mesafesinde deniz süt liman oluyor, dalgalar kayığa hiç tesir etmiyordu. Bu şekilde herkes korkudan denize çıkamazken, Aziz Mahmud Hüdayi kayığıyla selametle karşıya geçti. Üsküdar ile Sarayburnu arasındaki bu yola “Hüdayi Yolu” dendi ki, fırtınadan uzak, selametle gidilen bir deniz yolu olduğu kabul edilir.
Kimya ilmini öğrenmeye merak eden bir kimse, Mahmud Hüdayi hazretlerinin bu ilimdeki maharetini öğrenmişti. Birgün huzuruna çıkarak, kimya ilmini öğrenmek istediğini arzetti. O anda Aziz Mahmud Hüdayi, dergahın bahçesinde bir asma ağacının altında istirahat ediyordu. Hiç kimseyi reddetmek adeti olmadığı için, talebenin bu arzusunu kırmadı. Yeni talebe, bu hususta bir marifet göstermesi için ısrar edince, Mahmud Hüdayi asma ağacından bir yaprak kopardı. Yaprağın üzerine bazı dualar okuduktan sonra, talebenin hayret dolu bakışları arasında yaprağın altın olduğu görüldü. Talebe fazla ısrar edince bu hali üç defa tekrar etti. Talebenin maksadı, tekrarlar esnasında duayı öğrenmekti. Öğrendiğine kanaat getirince; “Bu iş çok basitmiş, ben de yapabilirim” diyerek asmadan bir yaprak aldı ve üzerine öğrendiklerini okudu. Fakat bir türlü altına dönüşmedi. Sonra; “Efendim! Ben de sizin okuduklarınızın aynısını okuduğum halde yaprak altın olmadı. Sebebi nedir acaba?” diye sordu. Aziz Mahmud Hüdayi de; “Evladım! Kimyayı öğrenebilmek için, önce nefsi terbiye etmek icap eder. Nefsi kimya etmeden, bu marifete kavuşulamaz” buyurdu.
Aziz Mahmud Hüdayi’nin zamanında İstanbul’da veba salgını olmuştu. Öyle ki hergün yüzlerce insan vebadan ölüyordu. Her evi üzüntüye boğan bu afet karşısında halk toplanıp Aziz Mahmud’a başvurdular. Dua edip salgından kurtulabilmeleri için talepte bulundular. Fakat Mahmud Hüdayi; “Bu gibi hususlara karışmak bize uygun değildir.” buyurduysa da, halk dua etmesi için ısrar ettiler. Onların bu ısrarına dayanamayan Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri: “Karaca Ahmed mezarlığına gidiniz. Bir servi ağacının altında, sadece hasırı bulunan bir yaşlı kimse oturur, İsmine Hasırpuş Dede derler. Onu bulunuz ve derdinizi anlatınız. Şayet red ederse, bizim gönderdiğimizi söyleyiniz” dedi. Herkes sevinç içinde Karaca Ahmed mezarlığına gitti. Hasırpuş Dede’yi bulup durumu anlattılar. Hasırpuş Dede önce kabul etmedi. Mahmud Hüdayi’nin gönderdiğini öğrenince derhal ayağa kalkarak ellerini açtı ve dua etti. Gelenlere dönerek; “Bugün bir kimsenin daha cenaze namazı kılınsın da, sonra veba salgını dursun” dedi. O günden sonra veba salgınından ölen olmadı.
Zengin bir kimse, Mahmud Hüdayi’nin üstünlüğünü görmek, anlamak için huzuruna gitti. Hiç kimseye göstermeden, Mahmud Hüdayi’nin seccadesinin yanına elindeki altın dolu keseyi bıraktı. Ayrılmak için izin isteyince, Mahmud Hüdayi; “Bırakmış olduğunuz altınlar ile, hem dünya hem de ahiret ma’mur edilebilir. Altın veliye de deliye de lazımdır. Onun için bu altınlar, hayr yoluna sarfetmek üzere kabulünde bir mahzur görmüyor, red etmeyi uygun bulmuyorum” deyince, o zengin; “Efendim! Kalbimde gizlediğim şeyleri aynen ifade ettiniz” dedi ve Aziz Mahmud Hüdayi’ye muhabbeti ve hürmeti artmış olarak huzurdan ayrıldı.
Sultan Ahmed Han, bazı devlet erkanıyla gezmeye çıktılar. Ormanlık bir yerde istirahat ederlerken hizmetçiler bir koyun kesip, kızarttılar. Padişaha ikram ettiler. Sultan Ahmed Han besmele çekerek elini ete uzattığı an, Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri orada beliriverdi. Padişaha; “Sultanım! Sakın yemeyiniz, o et zehirlidir” buyurdu. Etten bir miktar kesip, oradaki bir köpeğe verdiklerinde, köpeğin derhal öldüğü görüldü.
Zamanın padişahı vezirlerinden birini azletmiş, mührünü de Üsküdar tarafında oturan bir başka vezire göndermişti. Yolda mührü götüren haberci, bir deniz kazasına tutulduğu için mührü denize düşürdü. Mührün denize düştüğünü öğrenen padişah, Aziz Mahmud Hüdayi’ye gidip durumu anlatınca, o da pöstekisinin altına elini uzatıp, suları damlamakta olan mührü padişaha teslim etti.
Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri, 1038 (miladi 1628) senesinde hakiki aleme göçtü. Vefatindan önce talebeleriyle ve tanıdıklarıyla helalleşti, vasiyetini yaptı. Son nefeste kelime-i şehadet getirerek ruhunu teslim etti. Türbesi Üsküdar daki dergahındadır. Aşıkları, onu ziyaret etmekte, feyz ve bereketlerinden istifade etmektedirler.
Kaynak: İslam Alimleri Ansiklopedisi