SUFİLERİN MAKAM AHLAK ve HALLERİ - Mücahede

Mücahededen kasıt şunlardır: Gayretle çalışma, çaba gösterme, nefs ve şeytan ile savaşma, Allah yolunda düşman ile karşı karşıya savaşma.

MÜCAHEDE

Mücahededen kasıt şunlardır: Gayretle çalışma, çaba gösterme, nefs ve şeytan ile savaşma, Allah yolunda düşman ile karşı karşıya savaşma.

Mücahedenin, diğer bir adı da anlaşıldığı gibi “cihad” dır. Mücahede yapan kimseyede mücahid denir.

Mücahede konusunda yüce Allah şöyle buyurmuştur:

Bizim uğrumuzda (bize ulaşmak için) mücahede edenleri, hiç şüphesiz biz, bize getiren yollara ulaştıracağız. Muhakkak Allah, iyilik sahipleriyle beraberdir. (Ankebut süresi 29/69)

Ebu Said-i Hudri r.a. naklediyor: Rasulullah’a s.a.v., en faziletli cihadın hangisi olduğu sorulunca,

Zalim sultanın (idarecinin) yanında söylenen hak sözdür. (Ebu Davud, İbn Mace, Tirmizi)

Üstat Ebu Ali Dekkak’ın rh.a. şöyle dediğini işittim: Kim zahirini mücahede (nefsini terbiye) ile süslerse, Allah onun iç alemini müşahade ile güzelleştirir. Yüce Allah bu konuda şöyle buyurmuştur:

Bizim uğrumuzda (bize ulaşmak için) mücahede edenleri, hiç şüphesiz biz, bize getiren yollara ulaştıracağız.

Şunu bil ki, bu yola ilk girişinde mücahede sahibi değilse, o kimse bu yolun kokusunu alamaz. Ebû Osman-ı Mağribi demiştir ki: Kim mücahedeye yapışmadan bu yolda kendisine bir şeylerin açılacağını ve bir keşf olacağını zannederse, büyük bir yanılgı içindedir.

Üstad Ebu Ali Dekkak’ın rh.a. şöyle dediğini işittim: Kim manevi terbiyeye girişinin başında ibadet ve taatle ayakta olmazsa, sonunda oturması (bir rahatlığı) olmaz.

Yine kendisinin şöyle dediğini işittim: Sufiler, hareket berekettir, demişlerdir. Bunun manası, zâhirdeki çaba ve gayretler, iç alemde bereketlere sebep olur demektir.

Bâyezid-i Bistami şöyle demiştir: On iki sene nefsimin başında demircilik yaptım (Yani onu yumuşatmak, pasını gidermek ve kötü sıfatlarını temizlemek için mücahede ettim). Beş yıl kalbimin aynasını parlatmak için uğraştım. Bir yıl nefsimle kalbimin arasına girip hallerini gözetledim. Bir de baktım ki, belimde bir zünnar gözüküyor (Bende tevhide ters sıfatlar var). On iki sene onu kesip temizlemek için çalıştım. Sonra tekrar baktım; bu defa iç alemimde bir zünnar (tevhide ters sıfatlar) gördüm. Beş sene onu kesip temizlemekle uğraştım. Onu nasıl kesip alacağıma baktım; bana bunun yolu açıldı. Sonra halka baktım, hepsini ölü (hükmünde) gördüm ve üzerlerine dört tekbir getirerek cenaze namazlarını kıldım (halka ait bütün düşünce, sevgi, korku ve beklentileri kalbimden silip attım).

Seri-i Sekati ibadette, hiç bir gencin kendisine ulaşamayacağı bir durumda iken şu sözü söylemiştir: Ey gençler! Benim gibi ihtiyarlık yaşına gelmeden önce Allah yolunda ciddi gayret edin. Yoksa, benim zayıf düşüp ibadetten geri kaldığım gibi, zayıflar ve hakkı ile ibadet yapamazsınız.

Hasan Kazzaz demiştir ki: bu tasavvuf terbiyesi üç şey üzerine kurulmuştur. İyice acıkmadan yemek yememek, uyku iyice bastırmadan uyumamak (geceyi ibadetle geçirmek), ve zaruret olmadıkça konuşmamak.

İbrahim b. Edhem demiştir ki: bir kimse şu altı engeli geçmeden salihlerin derecesine ulaşamaz.

1. Nimet kapısını kapatıp şiddet ve sıkıntı kapısını açmak.

2. İzzet (üstünlük) kapısını kapatıp zillet (tevazu) kapısını açmak.

3. Rahatlık kapısını kapatıp ibadet yolunda gayret kapısını açmak.

4. Uyku kapısını kapatıp uykusuzluk kapısını açmak.

5. Zenginlik kapısını kapatıp fakirlik kapısını açmak.

6. Uzun emel kapısını kapatıp ölüme hazırlanma kapısını açmak.

Ebu Amr b. Nüceyd demiştir ki: Nefsi kıymetli olanın dini kıymetsiz olur.

Ebu Ali-i Rüzbari demiştir ki: Bir sufi, beş gün aç kaldıktan sonra halini insanlara açıp ben açım diyorsa, onu çarşıya gönderin, çalışıp kazanmasını emredin (Halktan dilenmekle sufilik olmaz).

Bil ki mücahedenin aslı ve esası, nefsi alıştığı şeylerden kesip uzaklaştırmak ve bütün vakitlerde onu kötü arzularının aksini yapmaya zorlamaktır.

Nefsi hayırlardan alıkoyan iki sıfatı vardır. Biri, şehvetine yani kötü arzularına dalmak, ikincisi de taatlerden uzaklaşmaktır.

Nefis, arzularına uyup azdığında, onu takva dizgini ile dizginlemek icap eder. İlahi emirleri yerine getirmede ayak diredi mi, onu arzularının tersine sevketmek gerekir. Nefis gazaba gelip ayaklandığında, onu haline uygun sakinleştirmek lazımdır.

Nefis kızgınlık içinde feveran ettiğinde, ona güzel ahlak ile muamele ederek gücünü kırmaktan ve yumuşaklıkla ateşini söndürmekten daha güzel sonuç veren bir davranış yoktur.

Nefis gaflet ve ahmaklık şarabını içtiği zaman, her şey ona sıkıntı verir. Bu durumda onu rahatlatan tek şey, halini ortaya koyup halka güzel ve şirin gözükmektir. Onun bu sıfatının da kökünden temizlenmesi gerekir. Bunun için nefse, kıymetinin çok düşük, aslının basit ve işinin çirkin olduğunu hatırlatarak onu zillet cezasına çarptırmak ve böylece azgınlığını gidermek lazımdır.

Halkın bütün çabası, amelleri yerine getirmek ve onları çoğaltmaktır. Seçkin kulların asıl hedefi ise, hallerini (gaflet ve benzeri şeylerden) temizlemektir. Açlık ve uykusuzluğun sıkıntısına katlanmak basit ve kolaydır; kötü ahlakı tedavi etmek, düşük ahlaklardan kurtulup güzel hallere yükselmek ise zor ve çilelidir.

Nefsin afetleri içinde tedavisi en zor ve gizli olanı, onun övülmekten hoşlanmasıdır. Övülme şarabından bir yudum içen kimse, kirpikleri üzerinde gökleri ve yerleri taşır.

Nefsin övülmeyi sevdiğinin alameti, övülme kesildiği zaman tembelliğe ve gevşekliğe dönmesidir.

Büyük zatlardan biri, mahallesindeki mescidde senelerce ilk safta namaz kılmıştı. Bir gün bir mazereti çıktı, mescide erken gidip ilk safdaki yerini alamadı. Geç geldiği için son safta namaz kıldı. Bundan sonra bir müddet ortalıkta gözükmedi. Kendisine bunun sebebi sorulunca şu cevabı verdi: Ben şu kadar senelik namazımı eda etmekle meşguldüm. Ben onları Allah için kıldım zannediyordum. Bir gün mescide geç geldim, namazı son safta kıldım. İnsanların beni son safta görmelerinden dolayı büyük utanç içine girdim. Bundan anladım ki, benim senelerce ilk safta namaz kılma gayretim, insanların beni görmesinden kaynaklanıyormuş. Bunun için o şekilde kıldığım bütün namazlarımı kaza ettim.

Ebu Muhammed Mürtaiş’in şöyle dediği anlatılır: Ben defalarca azıksız ve bineksiz olarak hacca gittim. Sonra bana, bütün bunlara nefsani arzularımın karıştığı gözüktü. Bunu da şundan anladım; Bir gün annem benden içmek için su istedi, bu nefsime ağır geldi. Bundan anladım ki, benim yaptığım haclara nefsimin gizli arzuları karışmıştır. Çünkü, eğer nefsim kendi arzularından tamamen fani olsaydı, dinde en büyük hak olan anneye hizmet ona zor gelmezdi.

Zennun-i Mısri şöyle demiştir: Allah hiçbir kuluna nefsinin aslında zelil olduğunu göstermekten daha büyük bir izzet hali vermemiştir. Yine Allah, bir kulunu, nefsinin zelil olduğunu görmesini perdelemekten daha büyük bir zillete düşürmemiştir.

İbrahim Havvas demiştir ki: Nefsimi ne korkuttu ise onun üzerine gittim, o işi yaptım.

Muhammed b. Fazl şöyle der: Asıl rahatlık, nefsin boş temennilerinden (ve kötü arzularından) kurtulmaktır.

Mansur b. Abdullah şöyle nakleder: Ebü Ali-i Rüzbari, halka afetler üç şeyden gelmektedir. Bunlar, tabiatın hastalanması, âdetlere yapışmak ve kötü beraberlik dedi. Ben kendisine; “Tabiatın hastalığı nedir?” diye sordum. “Haram yemektir” dedi. “Kötü âdetlere yapışmak nedir?” diye sordum. “Harama bakmak, haram şeylerden gıda edinmek ve gıybettir.” dedi. Ben “Kötü beraberlik nasıl olur?” diye sordum. “Nefsinin şehveti (kötü arzuları) galeyana gelince ona tabi olmandır” dedi.

Nasrâbâdi şöyle demiştir: Nefsin senin zindanındır; ondan çıktığında ebediyyen rahat edersin.

Ebü’l Hüseyin Verrâk demiştir ki: Manevi terbiyeye ilk girdiğimiz günlerde Ebû Osman’ın mescidinde bulunuyorduk. O günlerde üzerinde durduğumuz en önemli işler şunlardı: Îsâr, yani bize gelen bir ihsan ve iyiliği nefsimizden önce kardeşimize vermek. Yanımızda belirli bir yiyecek ve maddi şey varken gecelememek. Biri bize karşı kötü muamelede bulununca, ondan nefismiz adına intikam almamak, tam aksine ondan özür dileyip kendisine tevazu göstermek. Kalbimizde bir kimseyi küçük görme duygusu belirdiğinde, gidip ona hizmet etmek ve o duygu kalbimizden silinip gidene kadar kendisine iyilikte bulunmak.

Ebu Hafs demiştir ki: Nefis her şeyi ile zulmettir (karanlık içindedir). Onun ışığı sırrıdır. Işığın nuru ise Allah’ın tevfiki yani özel yardımıdır. Kime sırrında Rabbi’nin tevfiki yardımcı olmazsa, o bütünüyle karanlık içinde kalır.

Ebû Osman demiştir ki: Nefsinden herhangi bir şeyi güzel gören kimse, onun ayıp ve kusurunu göremez. Nefsinin kusurunu ancak, onu bütün işlerinde kusurlu bulan kimse görebilir.

Ebû Hafs der ki: Nefsinin ayıp ve kusurunu bilmeyen kimse ne kadar çabuk helak olur. Gerçek şu ki (üzerinde ısrar edilip istiğfar edilmeyen) günahlar, küfrün habercisidir.

Serî-i Sekati demiştir ki: Zenginlere komşu olanlardan, çarşı pazara dadanmış hafızlardan ve idarecilerden ayrılmayan alimlerden sakının.

Zennûn-i Mısrî demiştir ki: Halka bozuk haller şu altı yoldan biriyle gelmiştir.

1. Ahiret ameline karşı niyetin zayıf olması.

2. Bedenlerinin şehvetlerinin rehini olması.

3. Ecelleri yakın olmakla birlikte, uzun yaşama düşüncesinin kendilerine hakim olması.

4. Halkın rıza ve hoşnutluğunu, Yüce Allah’ın hoşnutluğuna tercih etmeleri.

5. Kötü arzularına tabi olup peygamberleri Hz. Muhammed’in (s.a.v) sünnetini terk etmeleri.

6. Selefin ufak tefek hatalarını kendileri için bir delil yapıp onların bir sürü güzel hal ve ahlakını görmezlikten gelmeleri.

Kaynak:

KUŞEYRİ RİSALESİ – İmam Kuşeyri (Abdülkerim b. Hevazin)



Vera Muhabbet Dergisi Logo