GÖNÜLLERE HİTAB - Bir fincanın derviş ile arzuhali

Sayı 1

Size şöyle bir ibret dolu aslında yani hikaye olarak teşbih olarak ibret dolu bir olay anlatayım. Bir tasavvur anlatayım. Dervişin bir tanesi böyle dergah hayatında çok zorluklar çekermiş. Unutmayın büyük veliler dergah hayatları da cemaat hayatları da çok ağır olmuştur. Hangisinin hayatını okursanız okuyun bakın. Yani bir kendi nefislerinin terbiyesiyle uğraşmışlardır. Bir cemaat içerindeki ilişkilerle uğraşmışlardır. Pek çok böyle zorluklara göğüs germek zorunda kalmışlardır. Bu büyük veliler. Tabi böyle bir dervişin bir taneside dergah hayatında zorlanıyor, zorluklar yaşıyor. Bir gün böyle 100-150 yıllık bir fincan bulur. Antikaya da biraz merakı varmış. Sizin gibi böyle ferrarilere, porsche lere felan değilde onunda böyle
antiklara merakı varmış. Birazcık daha kanaat ehliymiş işte. Bir fincan alır ki , bir fincan bulur ki o kadar güzel işlenmiş, o kadar güzel yapılmış şöyle bakmaya doyamazsın dermiş. Ama bir derviş. Hayranlıkla fincanı incelerken, şöyle bakarken manevi dil ile bu fincan dile gelir. İnsan duyarmı eşrafın sesini? Maneviyatta duyar, duyar değil mi? Duyanlar da çok oluyor. Dile gelir değil mi? Cansız bir şey var mı alemde? Var mı cansız
bir şey alemde? Bakın buldular atomlar dönüyor durmadan canlar. Değil mi? Canlı, aslında her şey canlı da biz bilemiyoruz. Her şey zikrediyor mu? Cansız bir şey zikir eder mi ya Hu? “

Yusebbihu lillahi ma fis semavati vema fil ard.”
Yerde gökte arasda olan her şey Allah’ı zikrediyor. Cansız bir şey zikir eder mi? Her şey canlı aslında biz mahiyetini bilemiyoruz. İşte bu fincan da dile geliyor. Diyor ki: “Bana hayranlıkla baktığının farkındayım.Yani şu halime baktığının farkındayım. Ama ben böyle değildim. Ben böyle değildim. Yaşadığım sıkıntılar, başıma gelen olaylar ondan sonra beni bu hale getirdi” deyince. Derviş zaten allak bullak oluyor. Fincandan nida geliyor. Fincandan ses geliyor. Tabi Allah da o dervişe bir yol gösterecek, bir iz gösterecek ya. O da diyor ki :”Anlamadım! Nasıl sen değildin” deyince. Tabi ar14 GÖNÜLLERE HİTAB tık derviş ile finacın konuşması bir ilahi bir manevi ders niteliğinde olmaya başlıyor. Der ki: “Ben bir zamanlar çamurdan ibarettim. Yani bir fincan ne ki çamur. Bir kişi bir sanatkar beni eline aldı. Baktı, ezdi, su kattı, çamur yaptı, yoğurdu. Topraktım. Kıyıda köşede atılı bir topraktım. Hiç bir işe yaramayan bir topraktım. Ve Beni öyle bir yoğurdu ki beni öyle bir hale soktu ki artık dayanamıyordum. Yeter artık! Lütfen yeter! Dur!, diyordum sanatkara!” diyor. Fincan diyor bunu aslında manen. Hani bana eziyet etme, beni yoğurma. Bana eziyet ediyorsun sen. Eviriyorsun çeviriyorsun yoğuruyorsun. Ama usta bana sadece gülümsedi. Ve iki kelime ediyordu diyor. “Daha değil! Bak daha değil!” ve sonra beni alıp bir tahtanın üstüne koydu başladı döndürmeye, başladı döndürmeye. Başım döndü. Mahvoldum. Nolur beni bırak. Ustaya diyor fincan. Ama bana dedi: Henüz değil! Ve derken beni aldı en kötüsünü yaptı. Ateş dolu bir fırına koydu. Ateş yükseldi ben yandım. Ateş yükseldi ben yandım. Ben figan ettim acılarımla diyor fincan. O ateşi yükseltti ben yandım. Ve bağırdım. Yeter artık yeter dayanamıyorum artık. Ve onun dediği “Daha değil!” bir müddet sonra fırının kapısını açtı ki artık kurtuldum diyordum beni bırakacak diyordum. Ama mahvolmuştum. Ama bana dedi ki: “Daha değil!” ve eline boyalar aldı. Beni bir güzel kaşımı gözümü kenarlarımı sapımı boyadı. Artık beni bırak herşeyimi değiştirdin dedim ustaya “Henüz değil!” dedi. Ve beni tekrar fırına attı. Boyalarımla birlikte. Ama bu defa daha kuvvetli bir ateşte pişirdi. Ve en sonunda beni çıkarttı. Şöyle bir kaldırdı. “Evet artık şimdi istediğim gibi oldun” dedi. “Ben evvela atılı bir toprak idim. Bir ustanın elinde çileler çektim. Fırınlara girdim. En sonunda da işte bu paha biçilmez fincan oldum.” Demiş dervişe. Tabi derviş bundan çıkarttığı ders çok büyüktür. Anlıyor tabi neyin ne olduğunu. Şimdi kurban tasavvuf da böyledir. Dervişlik de böyledir. Hangi büyük velinin hayatına bakarsanız bakın. Çilelerle geçmeyen bir tasavvuf hayatı, nefsani olarak konuşuyorum. Vuslata kapı açmaz. Mübarekler bir mevlevi tarikatında bir kişi tövbe aldığında 1001 gün o dergahta pişen aştan yemek zorundadır. O da bir öğün. 1001 gün hesap edin bakalım ne kadar eder ya. Öyle bir öğüne dayanamıyorsunuz. Değil mi Emir hocam kaç gün eder? kaç yıl eder? 2,5 yıl 3 yıla yakın eder ya. 1001 gün tamamlanması lazım. Hacı Bayramı Veli Hazretleri külliyesinde insanlar bir riyazete girdikleri zaman uyku değneklerinde uyuyorlardı. Bu değnek alnını koyabileceği, oturarak sadece başını koyabileceği bir değnek. Bu niçin gerekli? Nefis için gerekli işte! Nefislere dikkat edin! Nefislerinize dikkat edin! “Ben işe yaramam! ben olmam!” deyip durmayın. Ben işe yaramam, ben olmam diyen adam diliyle diyorsa nefsi kabarık bir insandır bu. Onu kalbinle de, hareketlerinle de, nefsine vuruşunla söyle. Anlatabiliyor muyum? Aşırı tevazuyu da yapmayın! Aşırı tevazu da nefistendir. Seherler! geri kalmayın! Sehersiz bir derviş, virdsiz bir derviş, tesbihsiz bir derviş, zikirde aşkı bulamayan bir derviş, sohbette telefonla oynayan bir derviş, bu hallerden çok uzaktır. Toparlanın. Canlar! Toparlanmamız lazım. 

Hacı Yasin AYDEMİR 
Vera Belçika sohbetinden alıntıdır. 



Vera Muhabbet Dergisi Logo