Ayeti Kerime ile Meâl ve Tefsiri - Mâide: 15-16

Sayı 3

يَٓا اَهْلَ الْكِتَابِ قَدْ جَٓاءَكُمْ رَسُولُنَا يُبَيِّنُ لَكُمْ كَث۪يراً مِمَّا كُنْتُمْ تُخْفُونَ مِنَ الْكِتَابِ وَيَعْفُوا عَنْ كَث۪يرٍۜ قَدْ جَٓاءَكُمْ مِنَ اللّٰهِ نُورٌ وَكِتَابٌ مُب۪ينٌۙ

يَهْد۪ي بِهِ اللّٰهُ مَنِ اتَّبَعَ رِضْوَانَهُ سُبُلَ السَّلَامِ وَيُخْرِجُهُمْ مِنَ الظُّلُمَاتِ اِلَى النُّورِ بِاِذْنِه۪

وَيَهْد۪يهِمْ اِلٰى صِرَاطٍ مُسْتَق۪يمٍ                                                                                                                                                                                                                                     

15- "Ey ehl-i kitab! Muhakkak Resûlümüz (Muhammed) size geldi; Kitab'dan(Tevrât'tan, âhir zaman peygamberinin sıfatları ve recim âyeti gibi) gizlemekte olduğunuz şeylerin birçoğunu size açıklıyor, birçoğunu da (açıklamıyor) affediyor. Doğrusu size Allah'dan bir nûr ve apaçık bir Kitab (Kur'ân) gelmiştir. 16-Rızâsına uyanları Allah onunla selâmet yollarına eriştirir, onları izni ile zulümâttan (küfür karanlıklarından) nûra (îmâna) çıkarır ve onları dosdoğru bir yola hidâyet eder." (Mâide. 15-16)

Evvela yukarıdaki iki ayeti kerimenin kısaca tefsirini nakledelim. Daha önceki ayeti kerimelerde Allahü Teâlâ, Yahudi ve Hıristiyanların ahidlerini bozduklarını ve emrolundukları şeyleri bıraktıklarını bildirdikten sonra onları, Hz. Muhammed (sav)'e iman etmeye davet ederek, "Ey ehl-i kitap, size, Kitap'dan gizlemekte olduğunuz birçok şeyi açıklayan, birçoğunu da affeden peygamberimiz gelmiştir" buyurmuştur.

1.Mesele: Burada, "Ehl-i Kitap" ile Yahudi ve Hristiyanlar kastedilmiştir. Sonra peygamberini şu iki özellikle tavsif etmiştir:

1) Gizledikleri pek çok şeyi beyân eden bir peygamberdir. Bu hususta İbn Abbas (ra): "Onlar, (Ellerindeki Tevrat'ta bulunan) Hz. Muhammed (sav)'in sıfatlarını ve recm (zina eden evlilerin taşlanarak öldürülmesi) hükmünü gizliyorlardı. Hz. Peygamber (sav), bu ayeti kerime ile gizledikleri şeyleri, onlara açıklamıştır ki bu bir mucizedir. Çünkü o, ne bir kitap okumuş, ne de bir kimseden bir şey öğrenmişti. Binâenaleyh onlara, kitaplarındaki sırları haber verince, bu bir gaybtan haber verme ve dolayısıyla da bir mucize olmuş olur." demiştir.

2)Hz. Peygamber'in zikredilen ikinci sıfatı "Birçoğunu da affeder." âyetinin ifâde ettiği sıfattır. Yani "O, sizin gizlediğiniz şeylerden pek çoğunu da ortaya koymaz, (yüzünüze vurmaz)" demektir. Hz. Peygamber (sav), bu şeyleri, dinî bakımdan bir fayda olmadığı için açıklamamıştır. Onun böyle davranmış olduğunun âyette zikredilişinin faydası, Hz. Peygamber (sav)'in, onların gizledikleri her şeyi bildiğini bildirmektir. İşte böylece bu, ileride rezil ve kepaze olmasınlar diye, gizleme işini bırakmalarına bir ihtar olmuş olur.

İnsanlığa Gelen Nur ve Kitap

2.Mesele: Daha sonra Cenâb-ı Hak, "Size, Allah'dan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir." buyurmuştur. a) Âyetteki "Nûr" ile Hz. Muhammed (sav) ve getirdiği din, "Kitap" ile de Kur'an-ı Kerim kastedilmiştir;

3.Mesele: Sonra "Allah, rızasına uyanları Onunla hidayet eder" buyurmuştur. Yani, Allah'ın rızası olduğu dine yani, Rasulüne yani apaçık Kurana uyan kimseleri Allah, o kitab-ı mübîn ile yani (Kur'ân) ile "Selâmet yollarına eriştirir. " demektir. Yani Selâmet yollarına hidayet eder. Ama alıştığı, atalarından aldığı şeyler ile yetinen kimselere gelince, onlar Allah'ın rızasına uymamış olduğu için, Allah cc onları hidayet etmez, demek olur. Buradaki Selâmet yollarından muradın, cennet yoluna hidayet etmek olduğu malumdur. Selâmet yolları... " Selâm ve kurtuluş yurdu olan Cennet yolları, demektir.

4.Mesele: Sonra Allah Teâlâ "Ve onları, izni ile karanlıklardan nura çıkarır." Yani, küfrün karanlıklarından, imanın nuruna çıkarır." buyurmuştur. Bu böyledir, çünkü tıpkı karanlıklar içinde insanın şaşırıp kalması gibi, kâfir de küfrün içinde şaşırır kalır. Yine nûr (ışık) ile yol bulunduğu gibi, iman ile de cennetin yolları bulunur. Ayetteki, "İzni ile.." kaydı Allah'ın muvaffak kılmasıyla, demektir. Yani, "Kim Allah'ın rızasına, yani rızası olan Rasulüne ve Kurana O’nun izni ile (tevfîki ile) tabî olursa..." demektir. Allah'ın rızasına, ancak Allah'ın dilediği kimseler tabî olabilir.

5.Mesele: Nihayet Cenâb-ı Hak "ve Sırat-ı müstakime ulaştırır." buyurmuştur. Sırat-ı müstakim, hak din demektir. Zira hak (gerçek), aslında bir tektir ve her yönden üzerinde ittifak edilendir. Zulumat ise karanlıklar demek olup çoğul gelmiştir. Yani bâtıl birçok olup, hepsi de eğri büğrüdür, demektir. (Fahreddin Razi)

Şimdi iki ayeti kerimedeki bazı incelikler ve dersler üzerine kısa bir tefekkür yapalım :

1-Rasûlünün şanı pek yücedir ve ona tabi olmaktan başka yol ve çare yoktur. Bu ayetteki ‘’ehli kitap’’ tan kasıt Tevrat ve İncil ‘e tâbi olmuş, Yahudi ve Hristiyanlardır. Allah (cc) Muhammed (sav) hakkında ‘’Peygamberimiz…’’ diyerek şânının yüceliğine ve Ona tabi olunması gerektiğine işaret etmiştir. ‘’Biz…’’ lafzı ta’zim içindir. O’nu biz gönderdik, demektir. Onun Hak Peygamber olduğunu göstermek için de ‘’Sizin kitaptan gizlediğinizi bilen ve açıklayan ama birçoğunu da açıklamayan peygamberimiz gelmiştir.’’ buyurmuştur. Nihayet işte size Allah katından bir Nur ve apaçık bir Kitap gelmiştir. Kim bu iki Nur’a, yani (Muhammed Mustafa ve Kur’anı Kerim)’e tabi olursa, onları Allah (cc) ‘’Selâmet yollarına’’ çıkarır ve izni ile karanlıklardan sıratı mustekîme hidayet eder buyurarak, Rasulüne tabi olmaktan başka yol ve çare olmadığını bildirmiştir.

2-Hidayet edici sadece Allah’tır!.. Âyeti Kerimedeki, "İzni ile.." kaydı Allah'ın muvaffak kılmasıyla, demektir. Yani, "Kim Allah'ın rızasına, yani rızası olan Rasulüne ve Kur’an’a, O’nun izni ile (tevfîki ile) tabî olursa..." demektir. Allah'ın rızasına, ancak Allah'ın dilediği kimseler tabî olabilir. Allah zalimlere hidayet etmez. Kur’an ve Rasûlü (sav) kişinin hemen yanında olduğu halde izni ilahi çıkmaz, hidayet nasib olmaz. Hidayet, iman’dır, islam’dır, ihsan’dır, Kur’an’dır, Sünnettir, Sıratı müstekîmdir. Hidayet etmek ise Hakkı batılı göstermek, doğru yola iletmek, doğru yolu göstermektir. Allah-ü teâlâ razı olduğu yolu kullarına göstermiş, nice elçiler göndermiştir. Kul irade-i cüz’iyyesiyle iman etmeyi isterse, Allahü teâlâ da dilerse, ona muvaffak olacaktır. Yoksa Allahü Teâla kimseye zorla hayır veya şer işletmez. Öyle olsa, şer işleyen kimse, (Falancaya hayır işlettin, bana niye şer işlettin?) der. Ancak imanda gözü olmayanları da hidayet etmez, Yani izin vermez. Nasib etmez, (Allah, (kâfirleri dost edinip, kendine) zulmedenlere hidayet etmez (doğru yola iletmez) (Maide-51) Kısaca Allah-ü teâlâ, ezelî ilmiyle, kullarının yapacakları işleri elbette bilir, bildiğini de yazmıştır. Kul Allah yazdığı için, iyilik veya kötülük yapmak zorunda kalmaz. (İman edip salih âmeller işleyenleri, Rableri, imanları sebebiyle altlarından ırmaklar akan nimeti bol Cennetlere hidayet eder.) (Yunus 9) (Kim Allah'a inanırsa, Allah onun kalbini hidayete [doğruluğa, İslamiyet’e] erdirir.) (Tegabün 11) İman etmeye ya da kâmil iman etmeye tek mani kulun nefsine uymasıdır. Buna nefsine zulmetmek denir. (Allah cc) kendi nefsine zulmedenlerden eylemesin.

3-Muhammed (sav) Allah’ın elçisiydi, ya biz?.. ‘’Rasûlünâ…’’ Bizim Peygamberimiz lafzı (Ra-se-le / Er-se-le) kökünden olup, ikisi de, 1-Seçmek, 2-Ücretsiz, 3-Ardı ardına göndermek gibi manalara gelir. Zaten Muhammed Mustafâ (sav) seçilmiş Muhammed demektir. Kimseden herhangi bir makam mevki, ücret, menfaat talep etmemiştir. Ard arda gönderilenlerin de sonuncusudur. Türkçe’de (Elçi) yani (Risalet ve tebliğ) ile memur kılınan demektir. Muhammed Mustafa (sav) de Risâlet yani Kur’an sahibi olup onu tebliğ ile memurdu. Kalbine Cebrail (as) vasıtası ile indirilen ayeti kerimeleri derhal okur, öğretir, yazdırır, ezberletir ve manalarını anlatırdı.

(Rasûlünâ…) lafzındaki bir mühim nükte de şudur. Mademki Rasul bizimdir, mademki onu biz seçtik, gönderdik o halde ücreti de bize aittir. Yani sizden bir ücret talep edici değildir, demek olur. Burada kendimizi muhasebe etmeden geçemeyiz. Öncelikle biz kimin elçiliğini yapıyoruz? Sonra, insanların ellerindeki şeylerden bir karşılık alıyor ya da bekliyor muyuz? Kıyamet sabahına kadar elçilik müessesesi devam edeceğine göre Rabbimiz bizleri Rasûlü’nün elçilerinin elçilerine tabi olmakla şereflendirsin. Bizleri de elçilerden kılsın.

 

4- Size, Allah'dan bir nur ve apaçık bir kitap gelmiştir. Evet, Muhammed Mustafa (sav) apaçık bir kitap ile gelmiştir. O kitap da, o kitabın indirildiği zat da nurdur. Nûr olan kitap ile nurlanmıştır. “Ve vecedeke dâllen fehedâ’’ (Duha-7) (Seni şaşırmış bulup hidâyet etmedik mi ?) Yani sana şeriat/kitap vermedik mi? Kur’an ile nur kesilen Allah rasulü (sav) ümmetine de bu nuru hakkıyle tebliğ etmiş aydınlatmıştır. Böylelikle, 1-Ahirette bize, cenneti müjdeleyici ve cehennemden sakındırıcı bir peygamber göndermedin bahanesi ortadan kalkmıştır. (Nisa-165) 2-Dünyaya geliş gayesi apaçık ortaya çıkmıştır. ve ma halaktül cinne vel inse illa liya’büdûni.’’ (Zâriyat-56) (Cinleri ve insaları ancak bana kulluk etsinler diye yarattım.) Peygamber gönderilmiş olmasaydı ne ibâdet bilirdik, ne de ma’rifetten haberimiz olurdu. Dolayısıyla Rabbimize karşı muhabbette oluşmazdı. İbni Abbas (ra)’ın deyimiyle ibâdetten maksat ma’rifettir… Rabbim marifet ile hakiki kulluğa, sadece O’na kulluğa erişmek nasib etsin. Muhabbetimizi, ma’rifetimizi ziyadeleştirsin. Amin.

5- Allah'dan bir nur… Nur, sözlükte “aydınlık, ışık” anlamına gelir. Kur’ân-ı Kerîm’de ve hadislerde “insanların önünü aydınlatıp doğru ve gerçek olanı görmelerini, hak ile bâtılı, hayır ile şerri ayırt etmelerini sağlayan mânevî ve ilâhî ışık,” mânasında kullanılmıştır. Bunun karşıtı zulmettir.

Mutlak hidayet edici ve yol gösterici olarak, Rabbimizin bir ismi de (En-Nûr)dur. “Allah semaların ve arzın nûrudur.” (Nûr-35) Yani, Semaları ve yeryüzünü ışıklandıran ve süsleyen Allah’tır. Çünkü O (cc) nûr’un ta kendisidir. Bütün nurların kaynağı O’dur. Yaratanı da O’dur. O’nun seçip gönderdiği elçisi nur saçan bir kandildir, nur’dur. Rasûlüne indirdiği Kur’an nurdur. “Allah’a, Rasulüne ve indirdiğimiz nura iman ediniz.” (Tegābün-8; Nisâ-174). Buyrulmuştur. İslamın ilk şartı namaz da nurdur. (el-Muvatta, İlim, 1; Müslim, Tahâret, 1) Hulasa: Nur’a yönelen, istifade eden, karanlıklardan kurtulur, doğru yolunu bulur, aydınlığa kavuşur, nur olur, nur saçmaya başlar, En-Nûr’a giden yolları gösterir. Rabbim nurumuzu ziyadeleştirsin, inşaAllah! Amin.

Nuh suresi-16’ da, (Allah (cc) ayı bir nur, güneşi de bir kandil (siraç) kılmıştır.) buyrulur. Teşbihte hata olmaz, güneşin Allah’ı(cc), ayın da Muhammed (sav) i temsil ettiğini düşünürsek, nasıl ki ay nur’unu güneşten alıp gece karanlığında yansıtıyorsa, Efendimiz de (sav) nur’unu Allah’tan(cc) alıp, insanlığın küfür karanlığına aktarmış olur.

6- Kur’an kitabün mübin (apaçık kitap) tır… Apaçık bir kitap… Kur’an’ın mu’cize olduğu apaçıktır. Kur’anın Allah’ın kelamı olduğu apaçıktır. Kur’an’ı okuyan ve dinleyen, bunun başka kelamlara benzemediğini anlar, görür ve ifade eder, manasınadır. Ayeti Kerimenin manası, “Apaçıktır, herkes anlar, biz de anlarız, başka âlimlere, müfessirlere ihtiyaç yoktur.” demek değildir. Günümüzde bazıları "Kur’an’ı veya meâlini okuyan her insan başka hiçbir kaynağa başvurmadan Allah’ın muradını anlayabilir…" iddiasında bulunmaktadırlar. Bu yanlıştır. Çünkü birçok ayeti kerimede peygamber efendimiz (sav), Kur’ân-ı tilavet eden, talim eden, beyan eden olarak tavsif edilmiştir. Dolayısıyla apaçık olan bir kitabın, bir muallim tarafından talim edilip öğretilmesi onların iddialarını red eder. Kur’an-ı Kerim, dün de, bu gün de, yarın da ehl-i sünnet yolundan ayrılmayan Allah rasûlünün elçilerinin elçileri, âlimler olmadan anlaşılamaz. Bu Kur’an zordur demek değildir. Bilakis onun anlaşılması ve anlatılması bizzat Rabbimiz tarafından kolaylaştırılmıştır, demektir. İman, ihlas, akıl ve yaş seviyesine göre mutlaka nasiplenecektir. Anladığı şey ise her şey değildir. Burada şunu da zikredelim. Bu gün ehl-i sünnet âlimlerimizin terceme eserlerini de yalnız başına okumakla anlama ameliyesi hakkıyla gerçekleştirilemez. Okumalar cemaat ve bir imam ile müzakere edilmelidir.

7- (Bir kitap…) Kitaptan maksat elbette Kur’an-ı Kerim’dir. Peki, Kur’an nedir?

A-Kur’an Yüce Allah'ın kelâmıdır ve mahlûk değildir… Kur’an’da insanların din ve dünyalarına ait her şey yeteri kadar, apaçık beyan buyrulmuştur. Dinin temel esasları olan imanî, amelî, ahlakî bütün meseleler, özellikle Allah’ın varlığı ve birliği ile Onun güzel esması, sıfatları, ahiretin hak ve gerçek olduğu, Hz. Muhammed’in Allah’ın kulu ve rasulü olduğu gibi hususlar her türlü dinî, ilmî, aklî, delillerle apaçık zikredilmiştir.

"Kitapta hiç bir şeyi ihmal etmedik." (En'am, 38)

"Yaş, kuru her şey kitab-ı mübin (Kur'an) da vardır." (En'am, 59)

"Biz sana her şeyi apaçık beyan eden kitabı indirdik." (Nahl, 89)

Gibi âyetler Kur'an'da bütün ilimlerin var olduğunu gösterir.

B-Kur’an, lafzının manasına gelince: 1-Kara’e kökünden gelip, çok okunan, bir araya toplayan, canlı tutan.. gibi manalara gelir. Okunan şeye (makru') denir. Nitekim içilen şeye şarab (meşrûb), yazılı şeye de (mektup) denilir. Kur’an ise: Çok okunan, çok okunması gereken, okuyanı okuyan, tedavi eden, okuyana çok cömertçe ikramlarda bulunan manalarına gelir. Çok okunması gerekli olan tek kitap Kur’an’dır. Rahmeti bereketi, sevabı, ruh ve bedene tesiri, şifası pek aciptir. Cenabı Hak bizleri çok Kur’an okuyan onunla hemhal olan, üzerimizdeki hakkını ödemeye çalışan, onun sonsuz ikramlarından istifade eden, onu kendisine hayırlı şahid kılan kullarından eylesin. 2- "…Bir de sabah Kur’an’ını/namazını eda et. Çünkü sabah Kur’an’ı/namazı (gece ve gündüz melekleri tarafından) şâhid olunandır." (İsra-78) Ayeti Kerimesi mucibince Kur’an, namaz manasına da gelmektedir. Tefsir cihetinden sabah namazı içinde okunan Kur’an demek olur. 3-Bir ismi de Furkan’dır. (Bakara-185) Kendisine tabi olan, hak ile batılı, kar ile zararı, hayırla şerri kolayca fark eder, bir kusur işlediğinde hemen Rabbine yönelir ve hatasında ısrar etmez. 4-Kur’an bir hidayettir. (İşte bu, o Kitap’tır ki, onda şüphe yoktur. Takvâ sâhibleri için bir hidayettir.) (Bakara-2) Kur’an’da, şek ve şüphe bulunmaz. Şüpheyle bakanların kalpleri hasta, karakterleri bozulmuş olanlardır. Gözleri hasta olanlar, güneşin ziyâsını inkâr ederler; ağızları acı olanlar, tatlı suya acıdır derler. 5-Bu kitap (Kur’an) bir nur’dur. (A’raf-157) Kendisine has üslubuyla, delilleriyle gerçekleri açıklar, helal-haram, emir ve yasakları aydınlığa kavuşturur. O rahmettir, şifa’dır, mev’ize (öğüt) tür, zikir’dir, hikmettir, tenzil’dir, vahy’dir, beyan’dır, hak’tır… 6- O Kur’an, Ahsen-el Hadîs (en güzel söz)dür. (Zümer-23) Artık bu güzel sözü bırakıp sahte vahylere iman edenler, ebediyyen hidayeti bulamazlar, dalaletten kurtulup imanın nuruna kavuşamazlar… Hakk Teala (cc) bizleri usanmadan o güzel sözü, tekrar tekrar hak tilavet etmekten, anlayıp ve anlatmaktan mahrum bırakmasın! Âmin.

C-Yine bilinmelidir ki Kur’an, kendinden önce gelmiş kitapları tasdik edicidir. (Bakara-97) Hz Âdem’den itibaren Efendimiz (sav)’e kadar dinlerin hepsi itikatta aynı, amelde ise bazı meselelerde farklıydı. Yani Amentü esasları, Allah’ın(cc) gönderdiği kitaplarda aynı idi. Kur’an nazil olunca, Tevrat ve İncil’i nesh etti yani (yürürlükten kaldırdı.) (Beyan-ül-hak)

8-…Hidayet eder… Hidayet nedir? Hedâ-yehdî fiilinden gelip, üç manaya birden delalet eder. a-Göstermek, b-Götürmek, c-Sabit-kadem kılmak, Allah’ın (cc) kulunu hidayete götürmesi için temel şart; kulun, Allah’ın razı olduğu şeylere iman edip, daimi olarak, ihlasla hidayet ve doğru yolu istemesidir. (Hacc-54)

Allah’ın (cc) insalara hidayeti etmesi ise dört şekilde olur : 1-Mükellef kuluna akıl, kabiliyet, anlayış ve zaruri bilgi verir. (Taha-50) 2-Kuluna gönderdiği peygamberler ve indirdiği kitaplar vasıtasıyla doğru yolu gösterir. (Enbiya-73) 3-Doğru yola gelmek isteyeni bu isteğinde muvaffak kılar. (Muhammed-17) 4-Ahirette kulunu cennet ile müjdeler. (Muhammed-5,6)

Unutmayalım ki, Rabbimizin bir ismi de ‘’El-Hâdi’’ dir. Mutlak hidayet eden, doğru yolu gösteren, irşad eden sadece O’dur. O dilemedikçe, kimse başka birine hidayet edemez. Buna delil, (Kasas-56) dır. ‘’ (Rasülüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin, bilakis Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir. Yaradılış nimetinden sonra hidayet, en büyük ikinci nimettir. Allah nefsine zulmedenlere hidayet etmez. Burada şöyle bir soru sorabiliriz. İnsan doğru yolda olduğunu nasıl anlar? Çok kolay anlar. İslam’ın şehadetten sonraki ilk şartı namazdır. Şehadet sözlü olarak bir söz vermedir. Namaz ise verdiği sözün isbatıdır. Daha sonra diğer ibadetlerine bakılır. Nihayet hakiki imanı, ihlası ve ihsanı yakalamışsa, iyiliği emredip ve kötülükten alıkoyuyorsa inşaAllah doğru yoldadır… (Allah zalimler güruhunu doğru yola çıkarmaz.) (Cuma-5) Zulüm kulun kendine yaptığıdır. Zahirde başkalarına yapılmış gözükse de, hakikatte her zulüm insanın kendi nefsinedir. Bu ise şirk veya şirkten bir cüzdür. Zulmün çeşitleri pek çoktur.

9- (Allah, rızâsına uyanları…) Allah’ın (cc) rızası nedir, nerededir, nasıl kazanılır? Allah'ın rızası, Rasulüne (sav) ve Kur’an’a tabi olmaktır. Onun rızası budur. Ne emredilmiş ise onlara ittiba, neler yasaklanmış ise onlardan da kaçınmak ile Allah’ın rızasına kavuşulur. (Fetih-17) de, Rabbimiz ‘’Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse, Allah onu içlerinden ırmaklar akan Cennetlere koyar. Kim yüz çevirirse, onu can yakıcı azaba uğratır.’’ buyuruyor. Ve yine (Ali İmran-19) da, ‘’Allah indinde Hak din İslam’dır.’’ buyuruyor. Fahr-i kainat Efendimiz’e (sav) itaat ve sevgi her müslümana farz-ı ayın’dır . Onu sevebilmek için de, Onu tanıyıp ve tanıtmak gerekir. Sünneti seniyyesine sımsıkı sarılmak, Onun ahlakıyla ahlaklanmak, sevdiğini sevmek, yerdiğini yermek, Ona çokça Salat-u Selam okumak gerekir. Bir gün Hz Aişe (r. anha) annemize : ‘’Bize Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ahlakını anlatırmısın? dediler. Hz Aişe annemiz ‘’Peygamberin ahlakı Kur’an’dan ibaretti.’’ cevabını verdi. (Ahmed b. Hanbel,Müsned v,163)

İlahi emirler arasında takdire boyun bükmek, razı olmak da ilâhî rızaya kavuşturan en büyük sebeplerdendir. Hakka teslim olmuş bir kul başına gelen her şeye rıza gösterir. Bunu “Lütfun da hoş, kahrın da hoş.” diyerek kabul eder, itiraz etmez, sızlanmaz. Hakkın hiçbir tecellisinden şikâyetçi olmaz. Karşılığını da sınırsızca alır. "Ey itmi’nâna ermiş ruh! Sen O'ndan râzı, O senden râzı olarak Rabbine dön. (seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!" (Fecr-27,30) . “İnsanların öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendini feda eder.” (Bakara-207). İbn Abbas’tan gelen rivayete göre bu âyet-i kerime Suheyb b. Sinan er-Rumî hakkında inmiştir. O, Medîne’ye hicret ederken Kureyş müşrikleri arkasından yetişerek kendisine ezâ ve cefâ yapmaya başladıklarında, «Ben ihtiyar bir adamım. Malım da var. Sizden veya düşmanlarınızdan olmamın size bir zararı olmaz, ben bir söz söyledim ondan caymayı iyi görmem, malımı ve eşyamı size vereyim, dinimi bana satın…» gibi iknâ edici sözler söyleyerek, dînine dokunmamaları şartıyla, malını onlara bırakıp kurtulmaya muvaffak oldu. Medîne’ye vardığında, Hz. Ebû Bekir (ra) kendisini bir cemâatle karşıladı ve ona: “Alış-verişin mübârek olsun!” dedi. Süheyb (ra) da cevâben: “Allah sizin ticâretinize de zarar vermesin, fakat ne var?” deyince, ona bu âyet-i kerîmeyi müjdeleyip okudular. Yine (..kendini feda eder.) buyruğu bize Hz. Ali (ra)’ı hatırlatır. Hani Peygamber efendimizin (sav) hicreti esnasında, onun yatağına yatması hadisesi… Bugün de, Cebrail (as)’ın ‘’Senin gibilere helal olsun…’’ övgüsüne nail olan, Hz Ali (ra) gibi, fedakârlardan olmak, her bir Müslümanın, her bir sofinin, hedefi olmalıdır. Sırf Allah (cc) rızası için, İslam’ın nurunu yaymak için, ahireti dünyaya tercih edip, başta aile, akraba olmak üzere tüm insanları, gücü nispetinde, Allah’a (cc), Rasulüne, Kur’ana çağırmalı, davet, tebliğ ve hizmette bulunmalıdır. Rabbül alemin bu şuurla rızasına giden yolda muvaffak eylesin inşaAllah! Amin.

 

10- (..men ittebea rıdvânehü..) rızasına ittiba eden kimseler, ne kazanırlar? Yüce Rabbimiz, yukarıdaki ayeti kerimede, rızasını gözetenlerin kavuşacaklarını bildirdiği bazı nimetleri zikretmiştir. Kısaca bu nimetleri beyan edelim.

1-Birinci nimet: Selamet yollarını gösterir. (Sübül es-selâm’a…) Ayeti Kerime’deki (Sübül) lafzı (Sebil) lafzının çoğuludur.

A-(Sebil) nedir? Sebil; gidilen, takip edilen yol demektir. Herhangi bir şeye ulaşmayı sağlayan her şey, onun yolu/sebilidir. Sebil, kolayca yürünen yol demektir. İster hayır, ister şer olsun, vasıta olmasıyla bir başka şeye ulaşmayı sağlayan her nesneye 'sebil' denir. (Allah’ın yolu) anlamında olursa (Es-Sebîl) şeklinde kullanılır. Türkçede ‘sebîl’, Allah rızası için dağıtılan suya, hayır için yapılan çeşmeye ve binalara denilir. Çünkü ilahi rızaya götüren bir araçtır. “Sebîl” kelimesi hem sapık yollar için hem de doğru yollar için kullanılmaktadır. Genel olarak yolun doğru veya sapık oluşunu belirtmek için “rüşd ve ğayy” kelimeleri kullanılır. “Ğayy”, insanın Allah’ın yolundan başka bir yola ayrılması demektir. “Rüşd” doğruluk, istikâmet, aklı başında seçim demektir. Rüşd sahibi olmak (râşid), hak yolunda sağlam ve sabırlı ve tam bir isabetle dosdoğru gitmektir. Yine sebîl, güç, imkân, fırsat, uygun zaman, kişisel yetenek manalarına da kullanılmaktadır. Örneğin şu âyette güç ve fırsat anlamı da anlaşılır: “Allah kâfirler için mü’minler üzerine bir sebîl (yol) kılmaz.”(Nisâ-141)

B- (Selam) kelimesi ne demektir? Es-Selâm, Allah’ın (cc) güzel isimlerinden biridir. Delil: “Allah'tır gerçek İlah! O'ndan başka yoktur ilah! O El-Melik'tir, El-Kuddûs'tür, Es-Selâm'dır, El-Mü'min'dir, El-Müheymin'dir, El-Aziz'dir...” (Haşr-23).

(Es-Selam) isminin üç manası vardır. 1-Her türlü noksanlıktan, ayıptan, kusurdan, yaratılmışlara ait değişim ve yok oluştan münezzeh ve sâlim olan… 2-Kullarını her türlü kötülüklerden, tehlikelerden selâmete çıkaran… Allah, (cc) gerek dünyada, gerekse âhirette tehlikeye düşen kullarını tehlikelerden kurtarıp selamete çıkarandır. Aynı kökten gelen, (İslâm) ile insanları dünyada selâm yollarına (Es-Silm)’e yani barışa ve mutluluğa iletir. (Bakara-208, Nisa-90,91) Ahirette ise, mahşer günü hesabın şiddetinden selâmete ve nihayet (Dâru’s-selâm’a) esenlik yurdun’a, sonsuz kurtuluşa ve mutluluğa (En’am-127) ulaştırır. 3-Cennetteki kullarına selam veren demektir. Onlara merhametli Rabb’in söylediği “Selam” vardır.) (Yasin-55,58) Es-Selâm olan Allah (cc) Darüs-selama çağırır. Dar-üs-selam yani Selam Yurdu da, Cennet demektir. Cennete, Selam Yurdu denmesinin sebebi, oraya girenin her türlü âfet ve musibetten selamete ermesinden dolayıdır.

Hz. Peygamber (sav), her namazdan sonra; “Allah’ım! Sen’sin selâm ve Sen’dendir selâm!” buyurmuştur. Selâm, Esmâ-i Hüsnâ’dan olduğu için Müslüman olmayanlara bu lafızla selam verilmez. Müslüman olmayanlar, dua ve esenlik dileği olan “Selâm”ı hak etmemişlerdir.

Ya Selâm! Yarattıklarına yalnız sen esenlik verirsin. Yalnız sen kullarına rahmet ve bereket ihsan edersin, bizleri sıkıntı ve elemlerimizden kurtaracak olan yalnız sensin. Bizleri ve tüm inanan kullarını selamete erdir, Ya Rabbi!

C-Sübülüs-selâm’a hidayette olmazsa olmaz şart, Allah’ın rızasına uymaktır!… Rabbimizin ifadesiyle (..men ittebea rıdvânehü..) buyrulmuştur. Yani Cenab-ı Hak kulunu sübülüs-selâma hidayet eder ama şart, rızasına tabi olmaktır. Onun rızası ise, kendi zatının (cc) ve rasulünün (sav) emir ve yasaklarına ittibadır. Yüce Allah (cc) şöyle buyuruyor: ‘’Azabıma dilediğimi uğratırım, rahmetim ise her şeyi kuşatmıştır. Ne var ki rahmetini Allah korkusunu taşıyıp (dini-ahlaki konularda) titizlik gösterenlere, zekâtı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım. Ki onlar, ellerindeki Tevrat’ta ve İncil’de yazılı buldukları o Elçiye, o Ümmi Peygamber’e uyarlar. Peygamber onlara iyiliği emreder ve onları kötülüklerden meneder. Onlara temiz şeyleri helal, pis şeyleri haram kılar. Ağırlıklarını kaldırır, üzerlerindeki zincirleri çözer. O Peygambere inanan, onu koruyup destekleyen, ona yardım eden ve onunla birlikte gönderilen nur’a uyanlar, işte bunlar’dır kurtuluşa erenler.’’ (A’raf-156,157). Yani burada bir şart vardır, sadece Allah’a (cc) inanmak yetmez. O’nun gönderdiği kitaba da, peygamberine de uymak lazım ki kurtuluş nasib olsun.

İmam Rabbani hazretlerinin (ks) (Şartsız bildirilen bir hüküm şartlı olarak anlaşılır.) buyuruyor. Mesela koyun eti yemek caiz’dir. Hüküm şartsız bildirilmiştir. Koyun eti caiz diye canlı bir koyunun bir budunu kesip yiyemeyiz… Kur’an-ı Kerim baştan sona kadar, hem Allah’a, hem de Hz. Muhammed’e (sav) iman edip, ittiba etmeyi emreden ayeti kerimelerle doludur. Bu konu da bazı ayet-i kerime mealleri şöyledir. ‘’Allah ve Rasülüne itaat edin… ‘(Enfal-20) ‘’ …Eğer Ona itaat ederseniz, hidayet bulmuş olursunuz… ’’ (Nur-54)…

2- İkinci nimet: Zulmetlerden Nur’a çıkarır… (..minez-zulümâti ilen-nûri.. ) ifadesi, her türlü şüphe ve kuşkuların oluşturduğu, karanlıklardan iman ve kesin bilginin oluşturduğu aydınlığa çıkarır. Karanlık kelimesinin çoğul (Zulümât) şekliyle yer alması, sapıklıkların sayısız türleri ve küfrün de çeşitli milleti bulunmasındandır. Buna karşılık (Nûr) kelimesi, İslam’ın tek din olmasından dolayı tekil olarak gelmiştir. Hakk’a giden yola nur, denmiştir. Allah (cc) En-Nûr’dur. Birdir ve tektir. “Allah semaların ve arzın nurudur.” (Nûr-35) Bütün maddi ve manevi nurların kaynağı ve yaratıcısı O’dur. Hz. Peygamber’e (sav) mi‘rac gecesi Allah’ı nasıl gördüğü sorulduğunda, “O’nu bir nur olarak gördüm.” buyurmuştur. Kur’an da bir nurdur ve tektir. “Allah’a, resulüne ve indirdiğimiz nura iman ediniz.”(Tegābün-8; Nisâ-174) buradaki nurdan maksat Kur’an’dır. Kur’an’ın isimlerinden biri de nurdur. Yukarıdaki, “Muhakkak ki Allah’tan size bir nur, bir de apaçık kitap gelmiştir.” ayeti kerimesindeki nur ise, Hz. Peygamber (sav)’dir. "Nur" kelimesi, karanlığın zıddı bir mana taşır. Karanlık farklı farklı olduğu gibi, nur dahi farklı farklıdır. Meselâ, yokluk bir karanlıktır, küfür bir başka karanlık. Evham bir karanlıktır, cehalet başka bir karanlık. Diğer taraftan, varlık bir nurdur, iman bir başka nur. Hakikat bir nurdur, ilim bir başka nur. Namaz bambaşka bir nur. Gözdeki nur ise daha bir başkadır. Akıldaki nur hakeza… Ancak nur’un kaynağı bir ve tek Allah (cc) iken, karanlığın kaynağı bin bir azgın nefis ve sayısız mel’un şeytanlardır. Gerçek nur Allah'tır. Allah lizatihi ve bizatihi nurdur. Bütün nurlar O'ndandır. Allah (cc) cümlemizi En-Nûr ismi şerifinin tecellileri ile karanlıkların her çeşidinden muhafaza buyursun…

3- Üçüncü nimet: Es-Sırat-el müstekıym’e hidayet eder. Efendimiz (sav)in ifadesiyle sıratal müstekıym (Kitabullah’tır, İslam’dır…) (Tirmizi). Sırat, doğru yol olup, kıvrımı olmayan, dümdüz yola derler. İttifakla ahiretteki sıratla alakası yoktur. Mustekıym sıfatıyla da te’kid edilmiştir. Türkçede de; istikamet, doğru, eğrisiz, dümdüz manalarına gelir. Dosdoğru yol Allah’ın yoludur. “(Ey Resulüm, Sen) Göklerde ve yerde bulunanların tümü Kendisine ait olan Allah'ın yoluna (davet ve rehberlik etmektesin.) ” (Şura-53) ve o yol “Peygamberlerin, sıddıkların, şehitlerin ve salihlerin yolu”dur. (Nisa,69)

Dünyada da ahirette de mesut olmanın yolu istikamet üzere olmaktan geçer. Bedenimiz bütün organlarıyla, kalbimiz bütün his dünyasıyla hep istikamet üzere bulunmadıkça saadete ermemiz mümkün değildir.

Sual: İnsanın doğru yolda olduğu nasıl anlaşılır? C : Namazı vaktinde kılıyorsa (A’mal-is-salihat..), namazı emrediyorsa (Emri bil-ma’ruf) ve salih amellerinde ihlas, ihsan ve haşyeti yakalamışsa, inşaAllah tarik-i mustakıym’dedir. Hem insanın yüzünde doğruluk alametleri bulunur. Abdullah ibn-i Selam (Vallahi ma hazel vechu vechu kâzibin..) Vallahi bu yüz, yalancı yüzü değildir…) diyerek müslüman olmuştur. Bir mü’min, günde en az kırk kere “Bizi istikamet yoluna (Dosdoğru yola) hidayet et.” diye dua etmekle, Rabbinden istikameti bütün meselelerde yaşamayı taleb etmiş olur. Her an hidayetinin artmasını talep eder. Ve bu duasını, bütün mü’minleri de dâhil ederek yapar. Rabbim Kur’an ile dosdoğru yolu bulan peygamberlerin, sıddıkların, şehidlerin, salihlerin yolundan ayırmasın...

4- Dördüncü nimet: Bir başka nimet de (Bakara-257) de bildirilmiştir. Kendisine iman edenlerin veli’si (Dost’u) olduğunu beyan buyurmuştur. Allah (cc) sevdiği kullarının dostudur. Onların yardımcısıdır. Sıkıntı ve darlıklarını gidericidir. Dünya ve âhiret işlerinde başarıya ulaştırıcıdır. Mü’minlerin tek yardımcısı ve koruyucusudur. Allah’tan başka gerçek dost ve yardımcı yoktur. Yani bütün işlerini yüklenen, başkasına havale etmeyendir. Subhanallah!.. Âlemlerin Rabbine dost olma şerefi… Bu ne büyük bir saadettir. Bizler, aciz kullar olarak da, toplum olarak da, ahir zaman fitnelerinde ve sıkıntılı anlarımızda derdimizi anlatacak bir dost ararız. İşte hakiki manada bize dost olarak yetecek olan ancak Allah’tır.

Allah’ın dostluğunu kazanana ‘’Evliya-ullah’’ (Allah’ın dostu) denir. Allah’a karşı kulluğunda herhangi bir eksiklik ve halel düşünülemeyen kimse demektir. Onlar himaye ve muhafazasını Allah-u Teâlânın deruhte ettiği kişilerdir. Onlarda, isyan etme, günah işleme, aşırılık ve kendi haline bırakılma yaratılmamıştır. Nitekim Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerimde: ”Salih kişilerin işlerini O deruhte etmiştir. O onların koruyucusudur.”(Araf-196) buyrulmuştur. Onlar daimi bir ibadet hali üzeredirler. Nebinin masum günahsız olmasının şart olduğu gibi, velinin de mahfuz hata ve günahtan korunmuş olması şarttır. Onlar, Allahı (cc) celal ve cemal sıfatlarıyla bilen, Rasulünü (sav) hakikatiyle tanıyan toplumun dini, içtimai, hukuki vb. işlerini üzerine alan, tasarruf sahibi yetkililerdir… Rabbim dostluğuna kabul buyursun ve velilerinin yolundan ayırmasın. Amin!

Dersler:

1-Kur’an’ın muhatabı bütün insanlıktır. Günümüzde sayıları azalmış ehli kitab, diğer sahte din mensupları, insan aklının uydurduğu çeşitli ideolojilerin taraftarları, sayısız filozofik sapıklıklara dalanlar ile inananlar da bu ayeti kerimeyle mutahaptır aslında. Bütün toplumların hesaba çekileceğini Rabbimiz haber ediyor. İsra-15’de ‘’ Biz bir Peygamber (Rasül) göndermedikçe (kimseye) azap edici değiliz.’’ buyuruyor.

2-Elçilerin görevi kitaba/islama davet ve tebliğdir. ‘’Size bir Rasül geldi (yani bir müjdeleyici, bir uyarıcı geldi.) O’na itaat eden hidayeti bulmuş olur.) ayeti kerimesindeki Rasul’ün gelmesinden kasıt, bir tebliğci, bir davetçi geldi, demektir. Rabbimiz bir çok ayeti kerimesinde, ‘’Elçiye düşen apaçık bir tebliğden başkası değildir.’’ (Nur-54, Yasin-17) buyurmuştur. Misali, bir doktorun hastasına, amcacığım şu ilaçları kullanırsan inşallah sana iyi gelecek, ne olur aksatma, demesi gibidir. İlaçları uygun kullandığında şifa bulacak olan hastadır. Yani doktorun burada bir başka görevi yoktur.

3-Bizler de birer rasül ve elçiler olmalıyız. (Yasin-14) de,‘’ İşte o zaman biz, onlara iki elçi göndermiştik. Onları yalanladılar. Bunun üzerine üçüncü bir elçi gönderdik. Onlar: Biz size gönderilmiş Allah elçileriyiz! dediler.’’ Buradaki rasülden kasıt, Hz İsa (as) ın havarileridir. Yani onlar peygamberlerinin elçileri, onun izinden gidenler idiler. Bugün de, yarın da Rabbimizin seçip gönderdiği son elçisinin elçileri de kıyamet sabahına kadar aramızda mevcut olacaktır. Elhamdülillah. Cenab-ı Hak bizleri de Kitabından nasiblenen, bildiğini ve öğrendiğini tebliğ eden elçiler kılsın. İnşaAllah… Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır: " Siz, insanların iyiliği için ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz; iyiliği emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız…" (Âli İmrân-110) Yine Peygamberimiz (sav) Efendimiz de: "Sizden her kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin; gücü yetmezse diliyle düzeltsin; buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin ki bu, imanın en zayıfıdır. " buyuruyor. (Müslim, İman, 78)

4- Allah rasulünün elçiliğini yapmayanlar şeytanın elçiliğini yaparlar. Evet, Allah'ın (cc) ayetlerini ve Rasulünü (sav) tebliğ etmeyenlere gelince, onlar lanetlenenlerdendir. Allah muhafaza!... Bakara-159’da "İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayet yolunu kitapta onu insanlara apaçık göstermemizden sonra gizleyenler yok mu, işte onlara hem Allah hem de bütün lanet ediciler lanet eder.’’ buyrulmuştur.

5- Allah'a yardım ederseniz, O da size yardım eder… Bizim üzerimize düşen görev, Allah’ın (cc) indirdiği bu Nur’a ve Peygamberine iman edip, tabi olmak, en yakınımızdan başlayarak başkalarını da bu kurtuluş yoluna davet etmekten ibarettir. Zira şunu da unutmayalım ki Allah’ın razı olduğu İslam dinine yardım edenler, Allah’ın yardımına mazhar olurlar, inşallah. (Ey iman edenler! Eğer siz Allah'a (Allah'ın dinine) yardım ederseniz, O da size yardım eder, ayaklarınızı kaydırmaz. (Muhammed-7)

6- Binaenaleyh, şu an aramızda Allah Rasülü (sav) yok ama O’nun varisleri yani ‘’mürşid ve ulema’’ mevcut, bizlerde bunlara tabi olarak, izlerinden giderek, gayretimizle, mücadelemizle, zikrimizle, fikrimizle, insanların zulmetten kurtulup, nur’a kavuşmalarında birer vesile olabiliriz. Nitekim Cenab-ı Hak (cc) ‘’De ki : Herkes, kendi mizaç (asli tabiatına) ve meşrebine göre amel eder..’’ (İsra-84) buyurmuştur. Yani ‘’dünya için amel edenin kıymeti dünya kadardır, ahiret için amel edenin kıymeti ahiret kadardır.’’ Yani Ey insan ne ile meşgul isen, Allah katında kıymetin ve merteben ona göredir…

Hulasa, her gecenin bir gündüzü olduğu gibi, müminler için bu dünyanın da gündüzü ahirettir. Orada cümlemizi nur’a kavuşan, Kur’anı Kerim’in ve Fahr-ı Kâinat Efendimizin şefaatına nail olan kullarından eylesin. Cennet ve cemaliyle müşerref kılsın, inşaAllah. Amin!

Essalatü ves Selamu aleyke ya Resulallah.

Vel Hamdülillahi Rabbil Alemim

Kaynaklar: Derleme – Ahmet Özdamar


Vera Muhabbet Dergisi Logo