BİR VELİNİN HAYATI - Aziz Mahmut Hüdayi - 2

Sayı 2

BİR VELİNİN HAYATI

AZİZ MAHMUD HÜDAYİ-2

Bir kış günü akşamı, Üftade Hazretleri talebelerini toplamış sohbet ediyordu. Bir ara; “Dostlarım! Canımız taze üzüm istedi. Acaba bulmak mümkün müdür?” buyurdu. Talebeler içlerinden: “Bu kış günü, bu karda taze üzüm olur mu?” diye düşünürlerken, Aziz Mahmud Hüdayi de kendi kendine; “Madem ki bu sözü hocam söyledi, mutlaka bunda bir hikmet vardır” diye düşünerek ayağa kalktı ve; “Efendim! Müsaade ederseniz bendeniz getireyim” deyiverdi. Müsaade edilince, sepeti aldığı gibi Bursa'nın Çekirge mevkiindeki bağa gitti. Bağ karlar altında idi. Bir asma çubuğunun üzerinden karları temizlediğinde, salkım salkım üzümlerin sarkmakta olduğunu gördü. Bunun, hocası Üftade’nin bir kerameti olduğunu anlayıp, üzümleri sepete koymaya başladı. Asmadaki üzümler bittiğinde, sepet de ağzına kadar dolmuş idi. Sepeti omzuna alarak dergaha doğru yürüdü. Yolda hızlı hızlı yürürken, birden ayağı kaydı ve bir çukura düştü. Çukur derin olduğundan, çıkmak için çok uğraştıysa da başaramadı. Çaresiz kalınca hocası Üftade’den yardım istemek hatırına geldi ve içinden; “İmdat! Ya mübarek hocam!” der demez, çukur'un başından bir ses geldi. “Ey Mahmud! Uzat elini de yukarı çekeyim” diyordu. Başını kaldırdığında birisinin kendisine gülümsediğini gördü. Elini uzattı. Yukarı çıktığında, bir anda o kimseyi göremez oldu. Yine sepeti omzuna alarak dergaha doğru süratle gitti. Hocasının huzuruna vardığında sohbet devam ediyordu. Omuzunda üzüm dolu sepeti gören talebeler şaşırıp kaldılar. Üftade, yardım edenin Hızır aleyhisselam olduğunu söyledi. Talebeler, hocaları Üftade’nin, Allahü Teala'nın katında yüksek bir veli olduğunu ve Aziz Mahmud Hüdayi'nin hocalarına olan teslimiyetini bir kere daha anladılar.

 Aziz Mahmud Hüdayi, sabah erkenden, hocası Muhammed Üftade Hazretleri'nin abdest suyunu ısıtarak, ibrikle dökmek vazifesini yapardı. Bir gün, suyu ısıtmaya vakit bulamadan hocası kapıda göründü. Mahmud Hüdayi telaş içinde, hocasının abdest alacağı yere gelinceye kadar, ibriği göğsüne bastırdı. Allahü Teâlâya olan aşk ateşiyle suyu bir anda ısıttı. Suyu hocasının avuçlarına döktüklerinde, sıcaklıktan elleri yanacak şekilde müteessir oldu ve; “Evladım Mahmud! Bu su normal ateş ile ısınmamış. Bunu gönül ateşi ısıtmış. Bu hâl artık senin hizmetinin tamam olduğunu gösteriyor” buyurdu.

Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri, hocası Mahmut Üftade’ye üç sene hizmet etti. Her emrini harfiyyen yerine getirerek talebelerin yıllarca uğraşarak erişemediği derecelere kavuştu. Evliyalık makamlarında ziyadesiyle pay sahibi oldu. Üç senenin sonunda Muhammed Üftade, ona, icazet verdi ve çocukluğunu geçirdiği Sivrihisar'a, İslamiyeti yaymak, emir ve yasaklarını bildirmek üzere gönderdi. Aziz Mahmud Hüdayi, ailesi ile birlikte Sivrihisar'a giderek hizmete başladı. Altı ay kadar çalıştıktan sonra tekrar Bursa'ya geldi. Bursa'ya geldiği günlerde doksan yaşından ziyade olan hocasının hizmetini görmeye başladı. Bu hizmetlerinden çok memnun olan Muhammed Üftade; “Oğlum! Padişahlar rikabında yürüsün (sen atın üzerinde, padişah da yaya olarak arkandan yürüsün)” diye duâ etti. O sene Üftade Hazretleri Hakka yürüdü.

Aziz Mahmud Hüdayi manevi bir işaretle Trakya'ya gitti. Bir müddet sonra da Şeyhülislam Hoca Saadettin Efendi’nin vasıtasıyla İstanbul'a geldi. Küçük Ayasofya Camii tekkesinde hocalık yapmaya başladı. Bu arada Fatih Camii'nde, talebelere, tefsir, hadis ve fıkıh dersleri verdi. Burada kaldığı müddet içinde, ilim ve devlet adamlarına kadar uzanan geniş bir muhit edindi. Bu arada, Üsküdar'da kendi dergahı'nın bulunduğu yeri satın aldı. Buraya dergahını inşa etti. Dergahında yüzlerce talebinin yetişmesi için çok uğraştı. Kısa zamanda namı her tarafta duyuldu. Akın akın talebeler dergahına koştular. Hasta kalplerine şifa olan sohbetlerine kavuştular. Onun feyz ve bereketleri ile marifetullaha kavuştular. Dergah, en fakirinden en zenginine ve en üst kademedeki devlet ricaline kadar her tabakadan insanlar ile dolup taşıyordu. Devrin padişahları da ona hürmette kusur etmiyorlardı. Üçüncü Murad Han, Birinci Ahmet Han, İkinci Osman Han ve dördüncü Murad Han'a nasihatlarda bulundu. Dördüncü Murad Han’a, saltanat kılıcını kuşattı.

O sırada İranlılarla yapılan Tebriz Seferine Ferhat Paşa ile beraber katıldı. Zaman zaman padişahların davetlisi olarak saray'a gidip, onlarla sohbetlerde bulundu. Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri'nin, çeşitli camilerde vaaz vermesi için sevenleri devamlı taleplerde bulundular. O, Üsküdar iskelesindeki Mihrimah Sultan Camii'nde ve Sultanahmet Camii'nde belirli günlerde vaaz vererek, insanlara feyz ve marifet sundu.

Aziz Mahmud Hüdayi'nin talebesi olmakla şereflenmek için, herkes birbiriyle yarış yapıyorlardı. Bunların, başında; Sadrazam Halil Paşa, Dilaver Paşa, Şeyhülislam Hoca Sadettin Efendi, Şeyhülislam Hoca-zade Esad Efendi, Okçu-zade Mehmed Efendi, İbrahim Efendi, Nev’i-zade Atayi Efendi geliyordu. O zamanda Hüdayi Dergahı, İstanbul'un en mühim bir kültür merkezi haline geldi. Pek çok âlim yetişti.

Bir gün Sultan Birinci Ahmed Han rüyasında; “Avusturya kıralı ile güreşe tutuştuğunu, fakat kendisinin arka üstü yere düştüğünü” görmüştü. Zahiren bakıldığında rüya çok korkunç idi. Sabahleyin, derhal huzura getirilen alimler ve rüya tabircilerinden hiçbiri bu rüyayı padişahı tatmin edecek şekilde tabir edemediler. Üsküdar'da bulunan Aziz Mahmud Hüdayi'nin, bu rüyayı tabir edebileceğini arz ettiler. Padişah Birinci Ahmed de bir mektup yazarak, yakınlarından biri ile gönderdi ve tabir edilmesini rica etti. Haberci, mektubu alıp süratle Üsküdar'a geçti. Aziz Mahmud Hüdayi'nin kapısını çaldığında, onun içeriden elinde bir zarf ile kapıya çıktığını gördü. Habercinin getirdiği mektubu alırken, kendi elindeki mektubu padişaha verilmek üzere ona verdi ve; “Sultanımızın gönderdiği mektubun cevabıdır” buyurdu. Mektubu şaşkınlık içinde alan haberci, derhal mektubu sultana götürdü ve gördüklerini anlattı. Sultan Birinci Ahmed Han'ın gönderdiği mektup, daha açılıp okunmadan cevabı gönderilmişti. Sultan Ahmet Han, gönderilen bu mektubu heyecanla okudu. Deniyordu ki: “Allahu Teâlâ insan vücudunda arkayı, cansız mahluklarda ise toprağı, en kuvvetli olarak yarattı. İnsan ile toprağın birbirlerine değmesi, bu iki kuvvetin bir araya gelmesi demektir. Böylece, padişahımızın arka üstü yere yatması ile bu iki kuvvet birleşmiştir. Dolayısıyla bu rüyadan İslam'ın temsilcisi olan padişahımızın, küffara karşı zafer kazanacağı anlaşıldı.” Padişah bu tabiri pek beğendi ve; “İşte gördüğüm rüyanın tabiri budur” dedi. Derhal Aziz Mahmud Hüdayi Hazretleri'ne bin altın gönderdi. Bu sırada Aziz Mahmud Hüdayi'nin hanımı hamile idi ve doğumu yaklaşmıştı. Fakir oldukları için doğacak çocuğun ihtiyaçlarını alamamışlardı. Bu sebeple hanımı; “Bursa'da kadılığı bıraktın, medrese hocalığını terk ettin...  Elindeki malını mülkünü, ona buna vererek harcadın... Dünyaya gelecek yavruya saracak bir bez parçası bile yok!” diyerek üzülüyordu. O bu halde iken kapı çalındı. Aziz Mahmud Hüdayi kapıya doğru giderken hanımına; “Hatun, Allahü Teâlâ istediğin dünyalığı gönderdi” buyurdu. Kapıyı açtığında Sultan Ahmed Han'ın hediyelerini ve bir kese içinde gönderdiği bin altını alarak hanımına teslim etti. Ertesi gün de padişah kendisi gelerek elini öptü ve talebesi olmakla şereflendi.

Padişah Ahmed Han bir gün Üsküdar'a gitmişti. Atı ile çarşıda dolaşırken hocası Aziz Mahmud Hüdayi hazretleri ile karşılaştı. Sultan Ahmed, hocasını görür görmez atından aşağı atladı ve hocasını atına bindirdi. Kendisi de Aziz Mahmud Hüdayi'nin arkasında yaya olarak yürümeye başladı. Kısa bir müddet at üzerinde giden Mahmud Hüdayi, dünyayı titreten koca bir padişahın arkasında yaya yürümesine razı olmadı ve; “Sultanım! Sırf hocam Muhammed Üftade Hazretleri'nin duâsı ve emri yerine gelsin diye bindim. Çünkü o, “Padişahlar rikabında yürüsün” diye duâ etmişti” buyurarak atından indi. Ata tekrar Sultan Ahmed Han’ı bindirdi. Bu hadiseden sonra Sultan Ahmed Han’ın şu şiir yazdığı söylenir:

Varımı ben Hakka verdim, gayri varım kalmadı

Cümlesinden el çekip pes dü cihan'ım kalmadı

Çünkü hubbullah erişti, çekti beni kendine

Açtı gönlüm gözünü, gayri gümanım kalmadı.

Evliyanın himmeti, yaktı beni kül eyledi

Safiyim, buldum safayı dü cihanım kalmadı

Ahmedi der, “Ya ilahi! Sana şükrüm çok-durur

Hamdülillah aşk-ı Haktan gayri varım kalmadı

                                                                                                                        Mehmet Şahinler

                                                                       

Kaynak:

İslam Âlimleri Ansiklopedisi



Vera Muhabbet Dergisi Logo