SİYER - İslamiyet’ten Önce Araplar

İslamiyet’ten önce Araplar, henüz millet haline gelemedikleri için, kabileler halinde, dağınık

Siyer

İslamiyet’ten Önce Araplar

Peygamberimiz Hz. Muhammed (sallallahu aleyhi vesellem) Arap yarımadasının Hicaz bölgesinde doğdu. O’nun hayatını ve insanlık tarihinde yaptığı büyük değişiklikleri kavrayabilmek için, yaşadığı asırda Arabistan’ın genel durumunun ve Arapların yaşayışlarının, ana hatları ile de olsa, bilinmesinde fayda vardır.

İslamiyet’ten önce Araplar, henüz millet haline gelemedikleri için, kabileler halinde, dağınık, birbiriyle düşman, genellikle kör kabile taassubuna dayanak, ırki ve dini ihtilaflar içinde yaşıyorlardı. Her kabile, diğerlerinden ayrı bir devlet gibiydi. Hicaz bölgesinde üç önemli şehir, Mekke, Yesrib (Medine) ve Tâif’ti. Mekke’de  Kureyş kabilesi, Tâif’te Sakîf Kabilesi, Yesrib (Medine) de Evs ve Hazrec adlı Arap kabileleri ile üç yahudi kabilesi bulunuyordu.

Kabileler arasında kan davası ve sınır anlaşmazlıkları gibi sebepler yüzünden savaş eksik olmazdı. O cahiliye döneminde bile kabileler yalnızca yılın dört ayında (Muharrem, Recep, Zilkade ve Zilhicce aylarında) harp etmezlerdi. Bu aylara “eshür-i hurum” (savaşılması, kan dökülmesi haram olan hürmetli aylar) denir. Bu esnada, bütün kabileler güvenlik içinde seyahat edebiliyorlardı.

Mekke’nin hakimi olan Kureyş kabilesi, Kabe ve civarındaki putların koruyucusu oldukların için, diğer bütün kabilelerden saygı görürdü. Bu sebeple Kureyşliler, senenin her mevsiminde diledikleri yere seyahat edebiliyorlardı. O dönemde Hicaz bölgesine panayırlar kurulurdu. Bunların en önemlisi Mekke civarına kurulurdu. Buraya ülkenin dört bir yanından akın akın gelenler arasında satıcılar, şairler, hatipler, kahinler ve çeşitli dinlere mensup kimseler bulunuyordu. Taif ile Nahle arasında kurulmakta olan Ukaz panayırında, şiir yarışmaları yapılır, beğenilip derece alan şiirler, Kâbe’nin duvarlarına asılırdı.

Müslümanlıktan önce Arapların çoğunluğu putperestti. Yapmış oldukları bir takım heykellere ilah diye tapıyorlardı. Mekke’de Kabe ve civarına 360 kadar put yerleştirilmişti. Her kabilenin ayrı bir putu her putun özel bir ziyaret  günü vardı. Böylece yılın her gününde putlarını ziyarete gelenlerle dolup taşan Mekke, bir ticaret merkezi olduğu kadar putperestliğin de merkezi haline gelmiş bulunuyordu.

Arabistan’da putperestlerden başka, Musevi (Yahudiler), Hıristiyan, Mecusi (ateşe tapan) ve Sâbiî (yıldızlara tapan) dinlerine mensup kimseler de vardı. Bunlardan başka, çok az sayıda, Hz. İbrahim aleyhisselam’ın dini olan “Hanif” dinini benimsemiş insanlar da vardı.

Araplar, cahiliye zamanında birbirlerine üstünlük taslamayı seven kibirli bir toplumdu. İslam gelip bu durumu ortadan kaldırdı ve fertler arasındaki temel üstünlük ölçüsünü takva olarak belirledi. İbn Abbas (r.anh) şöyle der: “Cahiletteki atalarımızla iftihar etmeyin/övünmeyin…. Muhammed’in nefsini/canını elinde tutan Allah’a yemin olsun ki; Ataları ile övünenlerin bu hali Allah nazarında ayaklarıyla pislik yuvarlayan böceklerden daha kötüdür.” (Ebû Dâvud,Edeb,112)

Efendimiz sallallahü aleyhi vesellem başka bir rivayette şöyle buyurmuştur: “Yüce Allah cahiliye söylemlerini ve atalarla böbürlenmeyi sizden giderdi. İnsanlar iki guruptur; ya takva sahibi mü’min ya da asi facir/günahkâr’dır.” (Ebû Dâvud,Edeb,120; Tirmizi, 3955)

Bu hadis-i şerifleri okuduğumuzda kendi hayatımızdaki geçmişten bu zamana kadar atalarımızdan gelen bidat ve hurafeleri bizlerde önlememiz lazım. “Dedem böyle yapardı, Annem böyle yapardı” diye etrafımızdaki aile ve dostlarımızdan çok duyduğumuz hurafeler bizleri doğru yoldan saptırmaya vesile olabilir. Bizim ölçümüz Kur’an ve Sünnet olması gerekir ki selamete erelim. Rabbim bizlere Hakkı hak bilip Hakka tabi olabilmeyi, batılıda batıl bilip ondan uzaklaşabilmeyi nasip eylesin. Amin!

Cahiliye dönemi; insanın insana kul olduğu, ırkı ve dini taassubun ayyuka çıktığı, putlara kurbanlar sunulduğu, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü, zenginlerin faiz sistemiyle fakirleri ezdiği, her tür zulmün hüküm ferman olduğu beşeriyetin karanlık bir çağıydı. İslam güneşinin doğuşuyla insanlık, cahiliyetin tüm karanlıklarından ve zulmünden kurtularak, kulların Rab’leri olan Allah’a kul olunduğu mutlak hürriyet ve adaletin aydınlığına kavuşmuştur.

Rabbim bizlerinde aklında, huyunda ve hayatında olan her türlü “cahiliye fiilleri” üzerimizden silip Efendimizin ahlakı ile ahlaklanabilmeyi nasip eylesin. Amin!

Kaynak: Dini Bilgiler ve Siyer Atlası



Vera Muhabbet Dergisi Logo